Bazılarımız yaşamak için yemek yiyor, bazılarımız da yazmak için yaşıyor. Akşam olunca yumuşacık yataklarda serüvenli rüyalara dalıyoruz, bir kısmımız da korkuyla macera arasında gidip geliyor, sorgulamadan yaşayınca hayatı, ne rahat. Boğazımıza kadar “kim ne derler”le dolup taşıyoruz, üstelik hiç birisi yüreğimize dokunamadığı halde. Asfalt yollarla yeşillikleri birbirinden ayırmaktan aciziz yine de bilgili gibi davranıyoruz. Yeteneklerimiz sıfırların altında çoğalırken, bir de bununla övünüyoruz. Gitgide içimizdeki insanlık ölüyor. Güçsüzüz. Gökyüzü sis rengine büründü, herkes saklanacak yer arıyor. Birbirimizin gözlerine bakamadığımız için sanalın arkasından gizlenerek bakıyoruz, herkes saklambaç oynarken, birbirini gözetliyor. Özgürlükten bahsederken, köleliğimizi kabulleniyoruz. İsyan ederken bile gerçekçi değiliz. Sıfırın altında yalnızları tüketip, donarken, yastık altı düşlerimizi çoğaltıyoruz. Karşımızdakinin suretinden önce sıfatı dokunuyor içimize, konuştuğumuzla düşündüğümüz aynı şeyler değil, sırf bu yüzden bile büyük bir yalancıyız. İsminin önüne bir iki harf eklenince pek bir büyük, ihtişamlı şeyler hissediyoruz. Bunun bile özgürlüğü kısıtladığından haberimiz yok, olsa da göz yumuyoruz, uyuşuk bir uyku tatlı geliyor ama aslında donuyoruz. Pahalı elbise, kumaş pantolon ya da takıların ardına saklanıyoruz, konuşurken de yapmacık bir ses tonu bizi birinci sınıf insan yapıyor. Özgürlüğümüz sosyal medyanın çektiği yerler kadar sınırlı, övünecek hiçbir şeyimiz yok, olmayan şeylerimizi var gösterip, onlarla mutluluğun yalan tadını çıkarıyoruz. Anlamlı şarkıları dinlemek yerine, son günlerin modası olan, anlamını bilemediğimiz şarkılarla tepiniyoruz. Çok hareketli ya da çok hareketsiziz. İstikbal denilen şey alakadar etmiyor bizi uzun zamandır, amacımız, isteğimiz, beklentilerimiz öldü. İnsanlık namına yaptığımız hiçbir şey yok, varsa yoksa kendi mutluluğumuz ya da mutsuzluğumuz, nasıl küçüldük, nasıl kaybolduk biz, kendi bencilliğimizin içinde… Değerlerimiz sıfırın altında, değerleniyor.
Nevin Akbulut