İyi ki aklımdan geçenleri yazamıyorum.
Huzursuzluğumdan başlasam yazmaya, hiç bitmeyen bir romanın birkaç cildini art arda bitirebilirim, huzuru hak etmediğimi düşünüyorum, ne zaman sevinsem az, sevinmeyi hak etmediğimi düşündüğüm gibi, kabullenmiş duygusu öncelikle yenilmekten geçiyor, ben bu konuda master yapmış bulunuyorum. Tüm hayatım, kaybettiklerim ve yarım kalmışlıklarım üzerine kurulu. Tabi böyle bir hayattan tastamam bir ömür beklemek doğru olmaz. Başıma gelen her şeyden kendim sorumluymuşum gibi, başkasını sorumlu ya da sorunlu tutabilecek kadar, kimseyi yaklaştırmıyorum. Cümlelerin doğru anlamlarının, doğru manalara da gelmesini beklemiyorum artık. Gönüllü acı çekenler grubunun daimi müdavimiyim. El birliğiyle çok güzel yerleştirdiler içime; elimi, eteğimi çekmeyi, yaşayamamayı, içimdeki umut kırıntısını yok etmeyi, iyi becerdiler. (Alt satırdaki kelimelere mensup noktaların üst satırları da etkileyebildiği bir dünya…)
Yapacak başka bir şey yoksa ve bu da kader gibi yazılmışsa, yine yapacak bir şey yok. Acını sevmeyi öğreneceksin sonra da ona alışacaksın daha sonra da huzuru bir gün eğer bulursan, tanıyamayacaksın ve kaçacaksın. O huzurdan huzursuzluk duyacaksın. Birisi sana iyi davrandığında “neden acaba?” diye soracaksın kendine. Canlı olan her şeyin aslında cansızlaştığı, canlı yayınların bile. Yıllar içinde Zeki Müren ya da Orhan Veli gibi bir ses kaydım olmayacak, Ben Nevin Akbulut diyemeyeceğim, adımı bile bana vermiyorlar, adım bile adım değil belki, isimsizlikten kendimi kayıp ilanlarında görmek isterdim. İsmini ya da kendini kaybeden birini bulmak için özel kayıp arama ekipleri kurulmalıydı. Hiçbir şeyim belli değil şu durumda, yaşadığım bile. Ama kayıplığımın peşine düşecek kimse olmadığını biliyorum, olsa zaten kaybolmama izin verilmezdi. Sessiz sedasız çekip gideceğim, bir çay buğusu gibi. Adımı bile almadan, zamanla pürüzlenen yanaklarımla ve dudaklarımı da almadan, kırık tırnaklarımı bile düzeltmeden, hatta şiirlerimi bile, yazılarımdaki tırnak içindeki cümleleri bile. Kitaplarıma kıyamazdım ya en çok, onları bile almadan gideceğim. Bu dünyada yeteri kadar yüklendiğim yüklerden, taşıyamadıklarımdan kurtulacağım. Orada tek yüküm günahlarım olacak, belki Allah yaşamadıklarımı da katar hesaba, belki o günahlarımdan düşer yaşayamadıklarımı…
Otuz Mart İki Bin On Altı 16 20
(Umarım en kötü yazım bu olur)
No Comments