İnsan birisi öldükten sonra bile iyi dileklerle anılabilmeli. Ben öyle yapıyorum, öldükten sonra bile iyi niyetlerimi esirgemeyeceğim. Güzel kitaplar okumanı, güzel filmler izlemeni, harika şarkılara eşlik etmeni isteyeceğim hep. Benim için ölmüş olman, başka bir hayatta olmadığın anlamına gelmiyor sonuçta. Geçip, gittiğimiz yolları hiç unutmayacakmış harcamıştık sokaklarda, oysa şimdi eminim ikimiz de yollardaki o toz zerreciklerine, yolun kenarında dayandığımız o kış günkü soğuk duvara, yazın bizi yakan o sevimsiz güneşe bile muhtacız. Geçerken, bitirdiğimiz yollar şimdi bizi öldürüyor, saniyemizden, ömrümüzden, hayatımızdan harcadık o günleri, geri sayıma tutulmuş kronometreli nefesimizi harcadığımız gibi. Seni hafızamın ezberinden silebilseydim, bunca şeyi unutmak zorunda kalmayacaktım. Bir kedinin tek başına gördüğü rüya gibi yapayalnızsın, seni unutmak zorunda kaldığımda hiç kimse tarafından da hatırlanmayacaksın. Düştüğüm, ağladığım, hastalandığım tüm parçalarda sen varsın, üstelik parçalarımı kaybetmek uğruna bile unutabilirim. Bir kere de iyiliğimin yanında olabilseydin, yalnız bir kere ayağa kalktığımda ardımda bulabilseydim seni, yaralarımızın kötü ve çirkin kabuklarından kurtulabilseydik, yaraya bunca müptela olmasaydık.
Özenle kurduğum tüm cümleleri zatına soytarı gibi göstermeseydim, zaman adaletsiz bir şeymiş, tarih bunca sırlarla kaplı bir sandık olmasaydı. Yanlış zamanda doğru sıralamayla, yalnız bir kurguydun içimdeki. Zekâmın içtiklerinden sarhoş olurken beynim, sorgulayamadım sonrasını, yaşadıklarım tekrarlardan oluşsa da, başka türlü görünmüştü, zihnimin çocuksu oyunu. Kimden nasıl intikam alacağını bilemeyen bir çocuğun hıncını oyuncaklarından çıkarması gibiydi beynim. Başka tekrarları unuturken, bir tek sende takılı kaldım. Hangi kitlenin acısını yaşıyorduk amaçsızca, psikolojimin nevrini döndüğü zamanlarda içimde biriken isyanlarla birlikte üzerine biraz esriklik serptiğim kederimle birlikte aşırıya kaçmış olabilirim. Ciğerimin birini bitirip, ikincisine başlamıştım, bundan sonra kalbime de sıra gelebilirdi. Hadi birbirimizin acılarına bakıp, gülelim biraz, kalbimizdeki ateşi yiyelim, bitmeyen sevimsiz şeylerin adını sonsuzluk katalım, iyi bir şeymiş gibi…
Elimde kalan kırık dökük bir hikâye, yarısı yok, hikâye olmasına neden olan kişi ortalarda görünmüyor çünkü. Biraz mizah kattım durumuma, biraz bağımlılık, temeli oluşturan asıl nedenler yok olduğu için, olur olmaz şeyler bu hikâyenin vazgeçilmezleri arasında artık. Sanat yaptığını zannedip, sanatı olmayanlar şimdi bu satırları okusa belki bir dâhiyle ya da bir deliyle karşılaştığına yemin edebilirdi. Ama bunu kullanabiliyor muyuz, tabi ki hayır. Bu olumsuz havalar kadar olumsuz düşünmeye sevk eden şeyler var hayatlarımızda. Hasta ve asabi hissettiren, hiçbir yere ait hissettirmeyen. Bunlar da bu hikâyenin yersiz bir parçası, kitap olsa hani okuyucuyu sıkacak cinsinden, kitabı bir köşeye bırakmayı bırak, bildiği, bulabildiği en yüksekten uzaklara fırlatırdı herhâlde. Bildiğin ruhsuzluk. Sessizliğimin kuşkusunun kimseyi sardığı yok, kimse ürkmüyor bir şey söylememekten. Bunca zaman aynı şeyler olurken, hâlâ şaşırabilen yaratıklarız. Doğada benimsenmediğim kesin, o yüzden suskun bir şey, suskun ve karmaşık. Mazi yapışkan, o yüzden çekip gitmiyor o zamanlar. Tecrübe ettiklerimiz tespitlerimize yansımıyor, yaşadıklarımız unutuluyor o yüzden aynı acıya, aynı yerden yeniden hazırız. Kıymık sancısı gibi acıtan şeyler olduğu hâlde nasıl da umut ediyoruz, büyük acılardan sıyrılacağımıza, biz mutasyona uğramış cahil çocuklarız, hep yeniden inanmaya hazır. Altını kırmızı kalemle çizdiğim satırların ucu hiç sana batmadı ki, hiç acıtmadı, şimdi neden inanasın kalkıp da bu yazdıklarıma, bunların bir değeri olsaydı en azından tozlu rafları verirlerdi, okunup, silinecek. Parçalı, bulutluyum, parçalanıp, tükenmiyorum. Omurilik sancısından beynimi yok etmek istediğim saatler var, tümörleri neden yok edemiyoruz? Hoş belki de seviyoruz. Bunca kötü şeyin içinde iyi niyetlerle doluysam, ben gerçekten doluyum. Beynimdeki kelimelerden başka silahım yok, yoksa çoktan hikâyemle birlikte bir intihar düzenlerdim. Sürekli ağlayan çocukluğuma bu yaşımda mendil uzatmaya çalışıyorum, kendi gözyaşını silemeyen herkes gibi bir başkasının gözyaşına elinin yetişeceğini zannediyorum, nasıl da yanılıyorum. Papatyalar pek çok kokmadığı hâlde, sana onların kokusunu anlatmak isterdim, bunun için belki de başka bir yaratığa dönüşmem gerekebilir. Her gün başka bir şey düşündüğümden belki de artık başka birisi olma hayalimi de yitirdim. Hayallerim ve parmaklarım şişti, güzel kokulu sokaklar başka şehirlere yerleşti, beynimin üreten kısmında hep terk etmeyen bir ağrı, yüz üstü çakılmış gibiyim, dünyanın en yüksek binasının tepesinden, söyler misin bana neden o zaman hâlâ içimdekiler dökülmedi yere, ya da dökülmüş gibi neden rol yapamıyorum ben? Dünün korkunçluğu ve yarının zulmü arasında eziliyorum, adım diyebileceğim bir yerim neden yok benim?
Dünyaya yetecek kadar zulüm vardı, dünyanın belirli başlı yerlerinde. Bu zulümleri anlatmaya bile kalksak, ne olacaktı? Anlatırken biraz kendimizi affetmeye çalışıyoruz sanki. İnsanların bencillik ve duyarsızlıkları o kadar kaplamıştı ki her yanı, bunca şiir neden yazılıyordu? Ne işe yarıyordu etrafımızı büyülemek için söylediğimiz, karaladığımız cümleler? Kitaplar okunmuyor ama rafları dolduruyordu. Felsefe üzerine dünya dolusu cümle vardı, yine de anlaşılmayan şeyler çok fazlaydı, zulüm kendine dokunana kadar kimse görmüyordu ya da gözlerini kapatıyorlardı. İyiliğin ve kötülüğün gerisinde acı denilen bir şey var ve buna neden olan insan diye anılan yaratıklar var.
Geçmiş günler sanki geçilememiş, sanki az sonra ilerde biraz daha lazım olacakmış gibi. Kendimi bilmediğim bir yere saklayıp, kaçmak istiyorum, suçlu gibi, tüm suçlu gözlerle kendim dâhil herkesi düşman olarak görmüş gibi.
Anlatmakla bitiremediğim kaçıncı hikâyeydi bu, hikâye deyince sanki yaşamamışsın gibi oluyor ya da başkasının başına gelmiş gibi ama aslında hiçte öyle değil, o normal insanların sıradan düşünceleri. Banyoda suyla birlikte ağlamanın yeri bir başka hayatımda, o hâlimle aynaya bakarken, artık hayal kurmaktan vazgeçtiğimi, tavandaki çatlaklara gözümü diktiğimde, her şeyin aslında geçiciliğini, şu ıstırabın bile kalıcı olmadığını biliyorum. Mutsuz ailede büyümenin sancısını tüm hayatın boyunca hissederken, baba şefkatsizliğine türlü bahaneler bulmaya çalıştım, anne sevgisizliğine içime atarken, içimde büyüyen umutlardan başka harcanacak bir şeyim olmadığını, yüzüme yapışacak kadar uzayan arsız ve ıslak saçları, bir çırpıda kesip atmak istediğim şeylerin içinde biriktirdim, hayalleri ve umutları da beraberinde… Kimse duymasın diye atamadığım çığlıklar içimde çığ gibi büyürken, neden rahatsız olacaklarını düşünüyordum bilmiyorum, biraz da onlar rahatsız olsunlardı. Ama beni görmeyen insanlar, benden rahatsız olamazlardı ki zaten… Bunları anlatamam ki zaten, nerede ben de o yürek? Kalemden vazgeçip, çıkıp birilerinin karşısına anlatayım. Utangaç da değilim aslında da sanki beceriksiz gibiyim ya da gerekli görmüyorum sanırım. İçimde tutmam gereken şeyler vardı ve bu bir kanseri yeni baştan yenmeye çalışmak gibiydi, nereye gideceğini bilmediğin hâlde bir yola isteyerek çıkmak, işte bu çok zor.
On Altı Mart İki Bin On Altı 17 00
Nevin Akbulut